BENIM DÜNYAM HPS GELDINIZ IYI EYLNCELER


   
  biriciyim2434
  ICLERINDEN BIRI VARKI
 








 "Baki kalan bu kubbede, bir hoş sada imiş."
 
Şiir :ÜNAL BEŞKESE
 
Semt, Üsküdar'ın yukarısı, Salacağın arkası,
Doğancıların üstü, Paşakapısı...
Arnavut kaldırımı, fakat tertemiz bir sokak;
Çember peşinde koşuşan, topaç çeviren çocuklar,
Birkaç kedi ve köpek,
Merkepli 'saka'sı, çıngıraklı 'yoğurtcu'su,
'Köşe bakkalı' ve kubbesiz 'Cami'si
Ve başörtülü, aydınlık yüzlü hanımlarıyla
Tipik bir 'Müslüman Mahallesi'...


Akşam ezanının hüznüyle birlikte
Şirin bahçeler içindeki ahşap evleri
Ne kadar şiirsel aydınlatırdı
Titrek alevleriyle 'Havagazı Fenerleri'...
Gece, 'cumba'ların kafeslerinden
Soluk ışıklarla birlikte, hafiften sesler sızardı derinden
İhtiyar Üsküdar'ın yorgun evlerinden;
Ya 'Münir Nurettin'den bir gazel, ya bir genç kız kahkahası,
Ya da, evin yaşlı dede'sinden, henüz bitmiş bir 'hatm'in duası...


Adımla seslenerek selâmlardı herkesi tanıyan 'Mahalle Bekçisi'
Boynunda düdüğü, belinde 'Kırıkkale', ağzında 'Birinci'si...
Ve evime gelirdim,
Anam, köşe penceresinde beni beklerdi, bilirdim.
Ve evime gelirdim, günümün son durağı;
'İhsaniye Mahallesi'nde 'Baha Bey'in Konağı'.
Baba ekmeğim, ana kucağım,
Benim tam beş kuşaklık 'Ata ocağı'm...
 

Osmanlı görkemince ulu tavanlar, geniş odalar,
Hangi pencereden baksan; Kızkulesi, Sarayburnu, Adalar...
Taze ovulmuş tahtalardan 'arap sabunu'nun misk gibi kokusu,
'Harem'le 'Selâmlık' arasında bir 'Dönme dolap',
Belki halâ içinde, gizli kalmış bir sevdanın fosilleşmiş tortusu...
Her basamağı ayrı bir nağmeyle gıcırdayan ahşap merdiven,
Pirinç topuzlu, yağlı boya kapılar
Ve 'Bağdadi' duvarlarda bembeyaz kireç badanası,
Ve her köşeye sinmiş nefes nefes
İstanbul'un o nice saltanatlar görmüş havası...


Penceremin dibinde ulu bir 'Manolya Ağacı',
Limon kolonyası gibi eserdi yüzüme sabahlar...
Bahçede; lâle güzelliği, gül kokusu, çamların hışırtısı,
Sabah ezanında horoz seslerine karışırdı
Bir kuyu çıkrığının gıcırtısı...
Kırmızı balıklarıyla bir havuz,
Üzerindeki asmadan sarkan salkımlar,,
Etrafta erikler, incirler, ayvalar, narlar
Ve bahçenin mahremiyetini koruyan
Çepçevre 'Horosan' duvarlar...

İşte, böyle bulunmaz bir 'güzellikler demeti'ydi o konak
Ve ömrümce içimde bir hicran olarak kalacak...

Şimdi, onun yerinde kare pencereli, beton bir bina duruyor
Konağın mezar taşı gibi;
Görkemli bir geçmişin gözyaşı gibi...
 
 
   (alıntı)  
Kaynak kişi:

Ünal Beşkese
 
( Bu hoş ve anlamlı paylaşım iznini bana verdikleri için değerli üstadım Ünal BEŞKESE Beyefendiye saygı ve şükranlarımı  sunuyorum)
 
 
 
 
 
 
GÜLCÜ İSMAİL EFENDİ'NİN HAYATI:
 

   Yağ gülü (rose damascena) Anadolu’ya 1870’li yılların başında Bulgaristan’dan gelen göçmenler tarafından getirilmiştir. Isparta’da ise yağ gülü üretimi 1888 yılında, gülyağı üretimi de 1892 yılında “Müftüzade İsmail Efendi” isimli şahıs tarafından gerçekleştirilmiştir. Müftüzade İsmail Efendi tarafından imbik adı verilen basit ve ilkel kazanlarda üretilmeye başlanan gülyağı uzun yıllar yaygınlaşarak, bu metotla üretilmeye devam edilmiştir.  Köy tipi gülyağı üretimi; Atatürk’ün Isparta’ya gelişinde verdiği talimat uyarınca, “İktisat Vekaleti” tarafından modern gülyağı fabrikasının 1935 yılında kurulması sonucu yerini büyük ölçüde sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmaya başlamıştır.

Gülbirlik’in 1958 yılında kurduğu İslamköy Gülyağı Fabrikası, 1976 yılında kurduğu diğer gülyağı tesisleri ile Türk gülcülüğü ve gülyağı üretimi şekil değiştirmiştir. Günümüzde köy tipi gülyağı üretimi, yerini tamamen sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmıştır. Isparta ili, Türkiye’de özellikle gül yağı ve gül ürünleri üzerine önemli bir merkez haline gelmiştir. Yörede bir çok yerli ve yabancı gül işleme fabrikaları bulunmaktadır. İlde Gülbirlik’e ve özel kuruluşlara ait, 5 adedi büyük olmak üzere toplam 15 adet gül yağı fabrikası bulunmaktadır.     
Türkiye’nin gülyağı için yetiştirilen gül bahçelerinin % 80’i Isparta'dadır. Hâlen senede üretilen iki milyon kilo gül çiçeğinden binde 30 nisbetinde gülyağı elde edilir ve çoğu dışarıya ihraç edilir.
 
 GÜL ÜRETİMİ  ISPARTA'YA NASIL GELMİŞTİR?

"Delirdi, keçileri kaçırdı bu adam, Allah akıl, fikir versin!" dediler ama...
  
   
Isparta da gülcülüğün binlerce yıl gerilere giden, eski, köklü bir tarihi yoktur. Isparta gülcülüğü, en çok 150 yılı bile geçmeyen bir tarihe sahiptir. Daha gülcülük Isparta'da bilinmez iken Burdur, Denizli, Çal yörelerinde Gül tarımının yapılmakta olduğu bilinmektedir.

Gülcülüğü Isparta'ya, Yalvaç ilçesinden gelip Isparta'ya yerleşen Meydanbeyoğlu, Mehmet İzzet'in oğlu İsmail Efendi getirmiştir. Bu getirişin de çileli, çok ilginç bir öyküsü vardır.

İsmail Efendi her Isparta'lı gibi bilinçli, uyanık, yeni bir şeyler öğrenmeye, yapmaya susamış, kendine güvenli, çalışkan, sabırlı, hırslı, direnme gücü olan, inatçı kişiliğe sahip bir kişi idi. O vakte dek, Isparta ovasına ne ekilip dikilir ise pek gelir getirmiyor, çalışıp çabalamalar boşa gidiyordu.

İsmail Efendi şöyle komşu illere Burdur, Denizli, Çal yörelerine doğru bir geziye çıktı. Oralarda ne ekip dikiyorlar, topraktan nasıl daha çok gelir sağlıyorlar baktı, çekti. Gülcülük büyük oranda yapılır ise iyi para getirir, Isparta topraklarında da gül yetişir, kanısına vardı. Hiç vakit geçirmeden otuz dekar toprak sağladı. Çukurları açtırdı. Çevrede bulunan süs güllerinin içinden yağ gülü olabileceklerden, fidanlar aldı. Otuz dönüm yerin otuz dönümüne de gül dikti.

Yeni dikilen gülün üç ile beş yıl sonra en iyi ürün vereceğini biliyordu. sabırla gül bahçesini aksatmadan suladı, yabani otları yoldu, çapaladı, o günlerin koşullarına göre zararlı böcekleri öldürücü ilaçlar attı.

Daha üçüncü verim yılı gelmeden gülyağı çıkarma işinde kendine gerekli olacak araçların bazılarını yerli ustalara Isparta'da yaptırdı. Ustaların yapma güçlerinin dışında kalanları da Bulgaristan'a dek gitti; oradan aldı, geldi.
Güzelce, noksansız bahçesine kurdu. Gülyağı çıkarırken gerekecek suyu da "Bambullu Ceviz" denen yerden getirdi, bahçesine akıttıktan sonra, sabırla üçüncü ürün yılını beklemeye başladı.

Parasal yönden de sıkıntı, bunaltı içindeydi. Müthiş paraya gereksinmesi vardı. Büyük bir girişimde bulunmuş, atılım yapmıştı. Otuz dönüm toprak sağlamış, çukur kazdırmış, gül fidanlarını diktirmiş, gülyağı çıkarılmasında gerekli olacak araçlara da pek çok para vermiş, yatırım yapmıştı. İyi ürün alır, gülyağı çıkarır, eline toptan para geçerse, harcını borcunu ödemeyi düşlüyordu.
Dört gözle beklemekte olduğu üçüncü ürün yılı geldi. Don, kar, kış, rüzgar, yağmur, dolu... anlayamadığı bir tabiat olayı nedeniyle gül fidanları hiç çiçek vermediler. Emekleri, harcadığı bunca para boşa gitti. Umudunu bir yıl sonrasına, dördüncü ürün yılına bağladı. O yıl da bahçesi iyi çiçek verdi; bu kez gülyağı çıkarma yöntemini bilmeyişi yüzünden başarılı olamadı...

DELİRDİ KEÇİLERİ KAÇIRDI BU ADAM.
ALLAH AKIL FİKİR VERSİN!

Gözler İsmail Efendi'nin üstündeydi. Halk, ilgiyle onu izliyor; yolda, sokakta, kahvede, handa evde yerde... hep onun bu girişimi konuşuluyor, çektiği emeğin, harcadığı paranın hesabı, kitabı yapılıyor, alaya alınıyor, eğleniliyor; "Delirdi, keçileri kaçırdı bu adam, Allah akıl fikir versin" deniyordu..

Gülcü İsmail Efendi, direnme gücünü yitirmedi. Kulaklarını çevrede söylenenlere tıkadı. Başarısızlığının nedenleri üzerinde durdu. Sordu, soruşturdu, inceledi, araştırdı. Çalıştı, çabaladı gülyağı çıkarma yöntemini en küçük ayrıntısına varana dek öğrendi. Kendini, bir sonraki ürün yılına iyiden iyiye hazırladı. 


 ÇUVAL ÇUVAL GÜL ÇİÇEĞİ; DESTE DESTE PARA !

Kış mevsiminin soğuklu, karlı günleri geçip, gittiler. İlkbahar mevsimi gelir gelmez, Gülcü İsmail Efendi'nin bahçesinde bir diriliş, bir canlanma görüldü..
Bakımlı, tertemiz bahçedeki insan boyunu aşan gül ağaçları, önce yeşil yeşil yaprak, sonra da pembe gül tomurcukları vermeye başladılar. Mayıs ayının ilk haftasında havalar ısınınca bahçe, top top koca koca yapraklı, pembe renkli güllerle, doldu kaldı..
Öyle de bir güzelleşmiş, iç açıcı olmuştu ki.. Güllerin içinden yanık yanık bülbüllerin sesleri geliyor, çevreye insanın iliklerine işleyen hoş bir gül kokusu yayılıyordu...

Ne idi bu gül çiçeğinin bolluğu böyle? Görülmüş şey değil. Kadınlı erkekli yüzlerce kişi sabahın alaca karanlığında bahçeye geliyor, akşama dek çuval çuval toplanan gülleri taşıya taşıya bitiremiyorlardı.
Gül sezonu bir ay kadar sürdü. Gülcü İsmail Efendi de eline geçen bu fırsatı çok iyi değerlendirdi. Binbir güçlük, zorluk, çile ve çaba.. ile üretmeyi başardığı katkısız arı "Gülyağı" ve "Gül Suları" nı değerince sattı; eline parasını aldı. İlk iş olarak her doğru, dürüst, namuslu... insanın yaptığı gibi borçlarını ödedi.
Yeni bir ev yaptırdı. Evini de o günün gelenek, görenek, töresine göre dayadı, döşedi. Daha elinde pek çok parası kalmıştı. Bunu da çarçur etmedi; otuz dönüm gül bahçesini 50, 75, 100... dönüme çıkarmak, yaptığı gülcülüğü daha da büyütmek, genişletmek işinde kullandı.

TOPRAKLARIMIZA BİZDE GÜL DİKELİM. GÜLCÜLÜKTE İYİ PARA VAR!

Isparta halkı, İsmail Efendinin deneyinden, Isparta topraklarının gül yetiştirmeye çok elverişli olduğunu öğrenmiş oldu. Gülün iyi para getirdiğini de gözleri ile gördükten sonra "Tarlalarımıza bizde gül dikelim, gülcülükte iyi para var!" demeye başladı.

Gülcü İsmail Efendi, kıskançlık, çekememezlik etmedi. Gül dikecek olanlara yardımcı oldu. Karık nasıl açılır gösterdi. Fidan dikiminde başlarında bulundu... Bir kaç yıl içinde de her yere gül dikilmiş, Isparta Kenti de Gül Bahçelerinin içinde kalmış oldu. Isparta bundan sonra gül üretmesiyle tanındı, gülcü oluşuyla da anıldı.
 
 
 
 
Ey gül yüzlü canan,
Acı veriyor hasretin.
Her saniye, her dakika..
Her gün, her hafta…
Seni arıyor fersiz gözlerim..
Varlığın bir ızdırap,
Yokluğun  ölüme eş.
Cımbızla çekiliyor,
Lime lime oluyor her bir yanım.
Bunun adına ne Çin işkencesi,
Ne de  Nazi  esir kampında,
Yaşamak derler…
Yüz birinci veda olacaktı,
Bu günkü vedam.
Seni yüreğimden çıkarmayı,
Yaşanılan  anıları,
Hayal alemine bir bir savurmayı
Kimliksiz ruhumu,
Bedavaya satmayı düşündüm…
Ne yüreğimden çıkartabildim,
Ne anıları savurabildim,
Ne de alanın elinde kalacağı,
Kimliksiz ruhumu satabildim.
Yerin yedi kat altına girmeyi,
Ya da, üzerime gazyağı döküp,
Yakmayı istemiştim gittiğin günden  beri.
Korkak adamın birisiyim..
Ne altına girebildim yedi kat yerin
Ne de yakabildim tüm benliğimi.
Oysa severken seni,
Adına deli cesareti diyordum.
Deli gibi seviyormuş da insan,
Deli gibi ölemiyormuş...
Yine en başa döndüm.
Anladımki...
Kıyamet kopana dek rahat yok!
Yine karalar bağlayacak yüreğim.
Yine haramsın bana...
Acılar denizine yol alırken bir başıma,
Üç şeyi de beraberimde götüreceğim.
Hayalimdeki varlığını…
Bendeki yokluğunu…
Hiç bitmeyen suskunluğunu…
Vecdi Murat SOYDAN

 

 

 
 Unut beni sevgili, sana göre değilim
Günahımla baş başa garipçe bir sefilim.
Aşkımın zehriyle hoş, kıvranır
ağzım, dilim.
.................Ruhumda uçurumlar, mayınlara basmışım,
.................Girdap girdap takvimde,
hayatla savaşmışım.

Sana “Haydi git! Git güle güle! ” derken
Bil ki, bil ey sevdalım:
Sanmadım aşkı oyun,
Ve şımarık züppelerden olmadım.
Satmadım, aldatmadım hiç kimseyi,
Bir yanlış da yapmadım, tek Allah’ın kuluna…

Oysa,
Ruhumdan aşk meşk taşar,yüreğim dupduru su
Bir katre aşk dilendim,topu topu hepsi bu.
Düşünme bitti rüya, yakalanmaz ki ahu.
.................Yıldızlar karanlıkta, görünmüyor son ışık
.................Bu sevda döngüsünde olmuşum meczup aşık

Duydum ki, kötüye çıkmış adım.
Serseri değilim, kazanova da,
Yalanım yok, aslım işte burada!
İddia eden varsa, karşıma çıksın haydi!
Ciddiyetsizlik, riya, hiç yakışmaz şanıma.
Haramzade bahçelerden uzak durdum,
Dokunmadım yad-yaban kapıların tokmağına
Kendi çilemin ateşiyle
Yandım, tüttüm kavruldum.

Bitsin diye uykularımı kaçıran bu trajedi
İçimde duran duygu takvimini
tatile çıkartacağım,
Aşkımı vereceğim rüzgarın yüreğine,
Mantığımı miras bırakacağım
Zaman denen ölçünün ellerine...
Son hediyem olsun,
Veda
yağmurunda ıslanmış gül kurusu son busem...
Ve yakana kırmızı bir karanfil...
“Haydi canım, git güle güle!
Yolun açık,
Bahtın ak olsun...”
 

Vecdi Murat SOYDAN
 
 
Bu şiirin hikayesi:

GÜLCE EDEBİYAT AKIMI
NAZIM TÜRÜ:BULUŞMA
*********************************

1-HECE-SERBEST Tartışma ve kavgalarına son veren bir nazım türüdür.
2-Hece vezni ile serbesti, bir şiir bünyesinde buluşturmaktadır.
3-Oluşumu şöyledir:

..................................................-
..................................................-
..................................................-
..................................................- (Dörtlük: hece vezniyle yazılmış)
...................................
................................................
..............................
............
......................(Serbest mısralar-mısra sayısı şairin isteğine bağlıdır.)

Yani;

-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük)
-(Serbest mısralar)

VEYA BUNUN TERSİ DE OLABİLİR

-(Serbest mısralar)
-(Hece vezniyle yazılmış dörtlük)

4-Hece vezniyle yazılmış dörtlük' ün kafiye yapısı, hece sayısı, kalıbı tamamen şairin isteğine bağlıdır. Şair dilerse Hece ile yazılacak bölümü dörtlük değil, beşlik, altılık mısralardan veya değişik hece türleri ile de oluşturabilir. Yeter ki, hece-serbest buluşmasını gerçekleştirsin. Adı gibi BULUŞMA olsun.

5-Şiirin
uzunluk,kısalık durumları tamamen şairin isteğine bağlıdır.

 
(H)ayra yormuştum düşte görünce,

G(Ü)ller açmıştı, hüzünlü yüzümde

Ku(M) saati misali tükenince zaman

Tes(E)lliyi kadehte, şişede aradım.

Muka(Y)yet olamadım deli aklıma

*Betek(R)ar görmek için gül endamını

Yastığ(A) sarılıp, derince uykuya daldım.


Vecdi Murat SOYDAN

16/02/2010-Isparta

*betekrar (Arapça) Tekrar, yine
 
 
 
 
 
NAZIM TÜRÜ :AKROSTİK
***********************

1-Akrostiş şiir tekniğinin yeni bir anlayışla ileriye götürülmesini amaçlar.Akrostişte mısra başlarında verilen İP UCU, AKROSTİK de mısra kelimeleri arasında DÜZGÜN BİR DİZİLİŞLE gizlenmiştir

2-AKROSTİK' de HARF dizini 1-2-3-4... diye gitmektedir.

3-İster hece, ister aruz vezniyle veya serbest yazılsın fark etmiyor. Önemli olan harf dizilişidir. Kafiye yapıp yapmamak ta şairin isteğine kalmış bir durumdur.

 
 
 
Perşembe, Mart 18, 2010

 

 
 
 
Kaynak: Celal Bayar Üniversitesi Öğrenci Konseyi'nin hazırladığı Çanakkale adlı kitapçıktan
 
 Balıkesir`de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşında Azman Dede idi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu,dev görünümüyle insan azmanı sayılmış herkes ona azman demeye başlamış,soyadı kanunu çıkınaca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sordukları mı cevapladı . Söz Çanakkale`ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı :

-"Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi.
Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum.Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu.

Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular. Yüzbaşı sordu;
"Yavrum siz kimsiniz?",içlerinden biri; "Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!.." diye cevap verdi. Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı.
Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim.

Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık.Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik. Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladı lar. Yer gök top sesleriyle inliyordu.Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor birgün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı "Azman yandık!.." diye
siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı.
Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı.
Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..

Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı

Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana

Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar.Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından
fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı .

O an geldi. Birden yüzbaşı "Hücum!.."diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler.
İşte o an. Tam o an bir makinalı yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler.Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!.."

Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu.

Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi; "Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı ." dedi.


ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN IBRETLI VE HIKMETLI
HİKAYELERİ

1. KINALI HASAN :

Yüzbaşi Sirri Bey, ikindi vakti yeni gelen erati teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçinin bir tarafi kinalanmiş oldugunu görür ve takilir: “Hiç erkek kinalanir mi? Mehmetçik: Buraya gelmeden evvel, anam kinalamişti komutanim” der ve sebebini bilmedigini ilave eder.Komutanin istegi üzerine anasina haber salar, “Niye benim saçimi kinaladin?” Gelen cevabi mektupta şunlar yazar:

“Ey gözümün nuru Hasan’ım,

Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor.Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın... Ben, senin anan isem.Beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü.Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor...

Sen bu ailenin seçilmiş kurbanisin...

Hasan’ım, söyle zabit efendiye... Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır... Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım.Onun için saçını kınalamıştım...

El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın.

Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktir. Gözlerinden öperim...

Anan - Hatice”

2. GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI:

“İngiliz donanması Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar verdiriyordu.Böyle bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep eniştemin kopmuş iki ayağını çalıların üzerinde gördüm.Recep eniştem henüz sağ idi.Yanına kadar gidebildim.Onu o vaziyette görünce ağlamaya başladım. Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem:

“Kardeşim niçin böyle ah edip aglarsin, benim cigerimi daglarsin! Allah’ in verdigine merhaba! Takbir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazasi geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne gelir.Arzuladigim savaş yolunda oldu.O saadet bana yeter! Sen sağ
kalirsan, anamin elini benim içinde öp! Emzirdigi sütleri helal etsin!” dedikten sonra:

“Başimi kibleye dogru çevir!” diye bildi... Ruhu çoktan uçmuştu...

“Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma yıkıldı.Bir mütted sessiz kaldı ve sonra: “Ahiretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harbediniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti

“Karayürek deresi’ne doğru iniyorduk: Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar bu derenin yatağında geziniyordum.Çok susamış idim. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doldurduğum suyun kan olduğunu anladım.”


3. İNSANLIK DERSİ :

Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş sahasında döğüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:
- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok.İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler..."

Fransız Generali BRIDGES
Çanakkale Savaşları komutanı.


4. EDİNCİKLİ MEHMET ER

"Edincikli Mehmet Er'in bir top mermisinin parçaladığı kolundan kanlar içerisinde bir et parçası sarkmaktadır.Yalvarırcasına:

"Komutanım ne olur şu kolumu kes!"

Sağ eliyle yakaladığı ve tuttuğu sarkık kola bakan Teğmen donmuştur.Edincikli Mehmet Er tek ve emin sesi ile tekrarlar:

"Allah Aşkına, Allah Rızası için kes şu kolumu!!!"

Bu ilahi cümleleri emir gibi işiten Teğmen Saip, bıçağı kola kola vurur.Gık bile dememiştir Edincikli Mehmet.Bir sağ elindeki kola, bir ileride Allah! Allah! nidaları arasında çarpışan erlere bakar ve kolu fırlatır: "Bu kol vatana feda olsun," der.Yerdeki et parçalarından başını kaldıran Teğmen'in karşısında kimse yoktur.Çünkü, Edincikli, Hakla alış verişe başlayınca herşeyi, acıyı, özlemleri unutuyor, rahmet deryalarında, tecelli dalgalarında yıkanıp arınırken, kolunun fani
bedenden ayrılma işlemini duymuyordu.O ateş, o yangın fakat getirilmez feryatlar içinde, edincikli bu cehennemi ateş altında kendinden geçti.Bir avuç istek ve özlem halinde yandı, tüttü.
Edincikli Mehmet, çoktan kolunun öcünü almak için vatan için Allah için hücum saflarına katılmıştı.Alayların içine karışır, teke tek vuruşur.Onu durdurmak mümkün değil artık, yine harikalar gösterir, bire bir dövüşür, bire on dövüşür, bire yüz dövüşür... Allah'ın yardımıyla haklamadığı kafir kalmaz.Ama kaderden kaçılmaz ki! Kolunun kopmasıyla kaybettiği kan onu halsiz düşürmeye başlamış Edincikli'ye şimdi de şehitlik mertebesi ekleniyordu.Güzel yüzü soldu, sarardı, canı teninden süzüldü...Gözü dünyaya kapandı..."

Teğmen SAİP
Çanakkale Savaşlarından
12. Alay 1. Bölük Komutanı


5. SAKA HÜSEYİN

"İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası'na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı 2.Bölük erlerinden Hayrabolu'lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola çıktı.Bigalı Köyüne gidip, kuyulardan tahta, damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı.
Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama, yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı: "Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere" katır gide-gele bu yollara alışmıştır.
Fakat yolda, Hüseyi'nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu:
"Pınar baştan bulanır
İner dağı dolanır
Al başımdan sevdayı
Buna can mı dayanır.

Rinna, rinna yarim

Rinna, rinna."

Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak "deh" deyip akşam karanlığında yola koyulur.Siperlerde 2. Bölük su bekliyor.Yaralılar daha da çok su bekliyorlar.Birden bire, yanı başında iki karaltı beliriyor.Gavurca haykırıyorlar!
"Dur! kımıldama!"
Hayrabolulu Hüseyin'in yapacak hiç birşeyi yok akıl almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, "Kumandan, kumandan?..." diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak "Emret gavur kumandan!" der.Derhal bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder.
"Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza hediyemizdir.Düşmanımız susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!" ve arkasından ilave etti.Bu sudan verinde bir bardak ben içeyim der!"
Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir... Gözleri dolar.İlk iş Hüseyin'i kucaklayıp iki yanağından öpmek.İkinci iş, Hüseyin'i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin'i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o " comed bell" kutularından, Oxo et suyu özündeni sarma tütünden, cigara kağıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak...Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçik' tedir."

Baki Vandemir Paşa
Çanakkale Savaşları Komutanlarından.


6. KAYBOLAN İNGİLİZ ALAYI
"21 Ağustos 1915 günü savaşın en şiddetli ve son anlarında Anzak Suula Koyu 60. tepede gün ağrırken gök berraktı.Görünürde altı veya sekiz tane, hepsi birbirinin eşi olan ekmek somunu biçimindeki bulut, 60. Tepe'nin üzerinde yayılmış duruyordu. O sırada saatte 6 veya 8 kilometrelik bir hızla güneyden esen meltem olmasına rağmen, bu bulutların ne biçimleri ne de yerleri değişmiyordu.
Meltemin etkisiyle kayıp gitmediler. Bunlar bulunduğumuz yere göre 60 derecelik bir yükseklikte asılı duruyorlardı. Bulut kümesinin tam altına gelen yerde toprağın üstünde duran aynı biçimde bir bulut daha vardı. Yaklaşık
250 metre uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde ve 60 metre genişliğindeydi. Bu bulut oldukça yoğundu. Yapısı katı maddeymiş gibiydi. İngilizlerin bulunduğu bölge savaş yerine 1000 metre kadar uzaklıktaydı. Bütün bunları Yeni Zeland kıtasının birinci sahra birliğine bağlı 3. bölükteki 22 asker öldü. Aralarında biz de vardık.İçinde bulunduğumuz siperden güneybatı doğrultusunda yere inmiş bulut duruyordu.
Bulunduğumuz yer 60. Tepe'ye göre
90 metre
daha yukarıda olduğundan üstten görebiliyorduk.Bu bulut daha sonra Kayaçık Dere denilen kuru bir derenin yatağına doğru ilerlediğinde onun daha önce durduğu zemine bütünüyle görebildik. Bu bulut diğerleri gibi açık gri renkteydi. Daha sonra 4. Norfolk Taburu'nun bu kuru dere yatağında harekete geçerek 60. Tepe'ye doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini fark ettik. Buluta vardıklarında hiç çekinmeden dosdoğru içine girdiler. Ama tekrar içinden çıkıp 60. Tepe'de savaşa katılan hiç bir kimse olmadı.
Bir süre sonra askerlerin sonuncusu da görünmez olunca , bulut sanki yükünü almışcasına yerden yükseldi.Herhangi bir bulut gibi yukarıda duran diğerlerine ulaşıncaya kadar yavaş yavaş havalandı.Bu ana kadar yukarıdaki bulutlar yerlerinde duruyorlardı Yerdeki bulut yükselip aynı hizaya gelir gelmez birden kuzeye doğru uzaklaşmaya başladılar.Trakya istikametine doğru gittiler. Bir saat içinde de gözden kayboldular. Savaş sonunda bu tabur kayıp veya yok edilmiş sayıldı.Anzak çıkarmasının 50. Yılında geç de olsa aşağıda imzası olan bizler anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz.


İstihkam eri 4/165 künyeli, F. Reichardt. Malata Bay Of Plenty

İstihkam eri 13/416 künyeli , D.Nevnes . 157 King Street Cambridge.

J.L. Newman, 75 Freyberg Street Octumoctai Tauranga.


21.08.1965 / AVUSTRALYA


NOT : 1- İngiliz baş komutanı General Hamilton, bu olayın vuku bulduğu günü korkunç itirafı, yine bir gün sonra günlüğüne şöyle geçirir: "22 Ağustos 1915 günü Çalılık arazi içinde cereyan eden karşılıklı düello korkunç bir şekilde hükmünü sürdürdü. Sis ve topçu ateşi yönünden, Allah dün Türklerden yana idi..." der.
2- Savaştan sonra 1918 yılında İngiltere hükümeti, Türkiye'ye resmi bir yazı gönderir.v Ve kaybolan alayın akibetini sorar.Ve Türkiye şöyle bir cevap verir: "Türkiye ne onları esir etmiştir, ne de ölüm kayıtları vardır.Hiçbir şekilde, bu askerlerle ilgili bir bilgiye sahip değildir."
3- Bu olayın görgü tanıkları olan yukarıdaki üç Yeni Zelandalı asker savaştan tam 50 yıl sonra basın önünde bu itirafta bulunmuşlardır.
 
 
                        
         "Aşkın destanı yeniden yazıldı..."
 
____________Dar ağacına asmışım zavallı yüreğimi
Çıkamam sabaha, veririm son nefesimi __________
 
 
(L)alem, gülüm, sümbülüm,
K(E)lebeğim, bülbülüm,
(Y)amam sana gülüm
Dil (L)al olmuş aşkından
Vusl(A)tın adı zulüm.
 
Aşkımıza üç ay ömür biçmişler
Müneccim değiller, nerden bilmişler?
Sorarım onlara, kimi sevmişler?
……….Sevda içimizde, yürektedir iz,
……….Aşk derler adına, bilmezsiniz siz.
 
Güdükmüş sevdamız, güya yalanmış.
Sonumuz karanlık, sanki talanmış.
Seven kalp benimse, sormaz mıyım hiç?
……….Sevda içimizde, yürektedir iz,
……….Aşk derler adına, bilmezsiniz siz.
 
Aylar oldu, gül yüzünü göremedim,
Biricik aşkım deyip, doyasıya sarılamadım
Bir kez olsun, öpüp koklayamadım.
Güllere sor beni, anlatsınlar…
Sana olan hasret nöbetimi.
 
Günler geçmiyor, sanki durmuş zaman.
Ömürden gidiyor, solmuş hazan.
İleri gitsem uçurum, geri dönsem zindan
Her bir yerimden çekiştiriyor İblis!
Öleceğim sessiz sessiz.
 
Kırılmış kanadım, kolum,
Çoktan yıkılmış,
Harabeye dönmüş mihrabım.
Dar ağacına asmışım zavallı yüreğimi
Çıkamam sabaha, veririm son nefesimİ
Kan damlıyor içime, canım yanıyor
Kuşlar bile halime acıyor
Yalvarırım duy sesimi!
Allah, peygamber aşkına!
 
Bir mucize yarat, gülsün gözlerim
Çık gel seher vakti, bitsin dertlerim
Gönül sarayımda seni beklerim
Kalmasın mahşere, can mı dayanır?
 
Ayrıyım Leylam'dan içim yanıyor
Kalbimdeki yara, dinmez kanıyor
Uzaktan görenler Mecnun sanıyor
……….Sevda içimizde, yürektedir iz,
……….Aşk derler adına, bilmezsiniz siz.
 
Yıkın duvarları, hak verin bize,
Erelim bizler de bahara, güze.
Düşmanlarımızı getirelim dize,
……….Sevda içimizde, yürektedir iz,
……….Aşk derler adına, bilmezsiniz siz.
 
Kara gözlerine kurban olduğum Leyla’m
Feryat etsem de nafile!
Kader yar etmedi seni,
El etti bana.
Mahşere kalacak aşkımız, mahşere!
Yalan dünyada kavuşmamız hikaye.
 
 Sil at, deşme hiç geçmişi
Unutur gidersin, zamanla beni.
Takdiri ilahi böyleymiş dersin
Allah’ım sana uzun ömürler versin

Baht sana da gülsün, versin dengini
Sevenlerin hepsi, gönül zengini
Sıkı sıkı kuşan sevda cengini
İki cihanda da ,gül yüzün gülsün.

Aşk bağında açan, taze çiçeksin
Alemler içinde, eşin yok teksin
Kederi tasayı, bülbüller çeksin
İki cihanda da ,gül yüzün gülsün.

 
Vecdi Murat SOYDAN
06 Şubat 2010-Isparta
 
 
 
'Leyla, bir seraptan ibaretmiş...'


LEYLA İLE MECNUN

Necid çöllerinde, beni âmir kabilesinden kays ile leyla daha çocukken birbirlerini severler. dedikodular çoğalınca kızın annesi leyla'yı çadırına kapatır. kays ise sevgilisini göremeyince, üzüntüyle aklı başından gider ve çöllere düşer.

Bir süre sonra mecnun(deli) diye anılmağa başlar. kays'ın babası oğlunun derdini öğrenince leyla'yı ailesinden isterse de kays mecnun olduğu için kızı vermezler. bunun üzerine babası onu iyileşmesi için kabe'ye dua etmeye götürür. fakat kays derdinin çoğalması ve aşkının artması için duada bulunur. duası kabul olunmuştur.babası çaresizlik içinde evine döner.

Mecnun ise çöllerde yabani hayvanlarla dostluk kurup arkadaşlık eder. bu arada yanık aşk şiirleri yazmaktadır. nevfel adlı bir arap beyi onun şiirlerini okur ve acıklı haline bir son vermek için leyla'yı babasından tekrar ister. kızı iyilikle alamayınca da ordusunu toplayıp leyla'nın kabilesiyle savaşa girişir. mecnun leyla'yı o denli sevmektedir ki ona ait hiçbirşeye zarar gelmesini istemez ve leyla'nın kabilesi savaşı kazansın diye duada bulunur. nevfel yenilir. ancak mağlubiyeti nefsine yediremeyip tekrar savaşa başlar. bu defa galip gelir ama mecnun'un duasını öğrendiği için kızı almadan çekip gider. sonra leyla'yı ibni selam adlı biriyle evlendirirler. leyla ise aşkına sadık kalmak için bir yalan uydurur ve kocasına çocukluğundan beri cinler tarafından sevildiğini, ona dokunursa ikisinin birden öldürüleceğini söyler. böylece adamı kendisinden uzak tutar. bir müddet sonra ibni selam ölür. Serbest kalan leyla çöllerde mecnun'u aramaya çıkar. çölde mecnun'u bulursa da mecnun onu tanımaz ve kavuşmaya gücünün olmadığını bildirir. bütün maddi varlıklarla ilgisini kesmiş ve manevi bir aşkla sarhoş gezer olmuştur. leyla umutsuz bir halde eve döner ve bir müddet acı çektikten sonra ölür. bunu duyan mecnun hemen leyla'nın mezarına gider, kendisinin de orada ölmesi için allah'a yalvarır. duası kabul olur ve son nefesinde ''leyla'' diyerek can verir
.
 
 
 
AÇIKLAMA :
 
NAZIM TÜRÜ :BAHÇE
***********************


1-Bu nazım türü, GÜLCE Nazım türlerinin hepsini ya da çoğunluğunu bir şiir bünyesinde bulundurmaktadır.

2-Nazım türlerinin şiir içinde konuyla bütünleşen bir tarzda yer alması tamamen şairin insiyatifine ve şiirin akışına bırakılmıştır.


Saygılarımla.
 
  






 

AH YÜREĞİMİN SEGAH MAKAMI


Ah be sevdalım
Ah be belalım
Ah
Yüreğimin segah makamı!

Yazlarım üşüyor yoksun!
Kaçıncı koyduğum işaret takvimlere?
Kaç sonbaharı yaşadım bedenimde?
Kaçıncı yağmurların sağanağında kalışlarım?
Senli günlerime kaç bakış feda ettim?
Nasıl içime oturmuş işkencedir yokluğun?
İçim titriyor..
Yoksun.!

Gel ört üstüme sevdanı
Isınsın sensizliğimin soluğu
Sıcaklığın yayılsın tenime
Bir güvercin uçur şu yüreğime
Beyazları umuduma karışsın
Yüreğime umutlar aksın
Gözlerimin yoksul bakışlarına sen yağsın
Gel kasımlarda yeniden çiçeklerim açsın

Tutamıyorum hayatı ucundan
Sana kayıp gitmişken sevdam
Sen kayıp gitmişken sevdamın avucundan
Ve hala çekilmiyorken sevdan başucumdan
Ben eksik bir cümleyle dolaşıyorum
Ki tüm cümlelerim seninleyken
Cebimde birikiyor sensizliğim

Kaç çizik attım duvara bilsen
Kaç dilek tuttum yıldızlara bir sorsan
Kaç gece sevdamı yaktım
Kaç seherleri karşıladım gözlerimde ki resminden
Hep gün doğumlarında doğurdum sevdamı yeniden
Güneşi karşıladım hep, güneş tutulmalarında kaldım

Pembe düşlere yattım,siyahlarla kalktım
Senli rüyalara daldım,sensizliğe uyandım
Seni sevdama aldım,sevdasızlığına kaldım
Yaseminler açarken ağustosun ortasında
Ben karlara tutuldum
Sevdanın yollarında bir hiç gibi yutuldum
Eridim,bittim,kayboldum...

Kayboldum kendimden
Kayboldum kimliğimden
Şimdi beni sorarsan eğer benden
Ne olur,alırsan bir haber,bana da haber ver...
Ki bulayım kendimi bensizliğimde ben
Ki bilirim
Bulurum ancak kendimi sensizliğimde ben
Kaldıysa eğer,bir parçacık eski benden

Savruldum hasret rüzgarlarında
Topladım hüznümü sensizliğin sokaklarında
Hep yandı içimde bir sevda
Tüttü dumanı başımda
İnci inci seni akıttım gözyaşlarımda
Anılarım nöbete durdu
Kalbim hep benden hesap sordu
Vereceğim hiç bir cevabım yoktu
Sende kalan cevaplarım çoktu

Ağlamak gitmiyor içimden
Gelsen hasretini çektiğim
Gelsen, gözyaşlarımı silsen,dudaklarını sürsen
Her busende yüzüme mutluluk çiçeklerimi eksen
Gözlerimin içine baksan,bakışlarında boğulsam

Sen bilmezsin yüreğimde ne çoksun
Bilirim gelirsen eğer
Varlığında gelir baharlar
Bilirim kasımlarıma yağar ağustoslar
Sen yüreğime saplanmış aşktan bir oksun
Gel ızdırabım sevinçlerimle boğulsun

Hep yıldızlara astım seni
Gün doğumlarında avuçladım yeniden sensizliğimi
Delişmen bir zamanın zamansızlığında kaldım
Ben hep sensizliğimi avuçlarımda sakladım
Hiç bir sokağımın adresi yok artık
Hiç bir şehir değil bana tanıdık
Yollarım,nereye gitsem hep çıkmaz,hep sapaklık
Hep bana kalan kocaman bir sensiz yalnızlık

Oysa,ne türküler söylemiştim sevdana
Ne sazlar çalmıştı yüreğim aşkına
Orkestralar kurulmuştu içimde aşkınla
Avare avare dolaşırken şaşkınlığımla
İçimde voltalar atan aşkınla
Şimdi kalakaldım sevdamla bir başıma
Ah yüreğimin segah makamı duysana
Artık dilimde ki bütün şarkılar hüzzam makamında

......Hüzzam
...........................makamında


MıSRa












 
  LÜTVEN YORUM YAZIN TSK
Bilgileriniz sistemimize kaydedilmektedir.
WebUzmanı


Web Tasarım Dersleri Resimlere Border Ekleme Ders 10

ekle

YAZILARINIZI BURAYA YAZIN

 
 
AGLA KALBIM AGLA

sitene mouse kodu ekle-motor yarışı oyunları
her hakkı saklıdır - 2010
®


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol